19 Kasım 2013, 30 KASIM 2013
Contents
ÖZET
Bu dokümanda;
3-5 sayfalar arasında özetin özeti,
6-9 sayfalar arasında, dünyada internet sebebiyle insan
beyninde ortaya çıkan gelişmelerden hareket ederek, tüketicilere kuruluşların
kendilerini anlatmaları konusunda farklı bir hizmet ortaya koyan CONTENLY
Şirketinin web sitesinden seçilen sayfalar,
10-11. sayfalarda Serdar Turgut’un 4 yazısından seçilenler,
12-24. sayfalar arasında Serdar Turgut’un 4 yazısı,
28-30. sayfalar arasında Hikaye anlatımı konulu 2 yazı,
31-34. sayfalar arasında, http://www.dunya.com/icerikle-pazarlamanin-7-taktigi-149636yy.htm
linklerinde yer alan
İÇERİKLE PAZARLAMA AKSİYONLARI başlıklı yazıdan seçmeler yer almaktadır.
ÖZETİN ÖZETİ
İNTERNET SEBEBİYLE İNSAN
BEYNİ DEĞİŞTİ; OKUMA, BAKMA, ALGILAMA BİÇİMİ KISA SÜRE ÖNCESİNE GÖRE ÇOK
FARKLI.
Yapılan birçok araştırmanın sonucu aynı derecede
dramatik. Dijital dünyalarda yaşamaya alışmış, bilgilerini internetten almaya
koşullanmış beyinler kısa bir süre sonra son derece basit içerikli metinleri
bile okuyamaz hale geliyorlar. (Serdar Turgut, Beyin
hastalığı salgını. 13 Nisan 2013)
Bu köşede hep söyledim, insan
beyni değişti; okuma, bakma, algılama biçimi kısa süre öncesine göre çok
farklı. Bu yüzden içeriğin kral olduğunu
kabul etmekle birlikte, farklı tüketicilere ne tür içeriği, nasıl özgünleştirip
hangi anlatım yollarıyla vereceğimiz konusunda çok dikkatli olmalıyız. (Serdar
Turgut, Markalı içerik 14
Kasım 2013
Yeni beyinler dijital devrimle
değişmeye başladı. Artık beyinler daha
çok duyguları koordine eden bölümüyle veya eski beyin diye adlandırılan,
bize ilkel insandan bu yana devredilen genlerimize kazınmış, beynin
davranışları koordine eden bölümüyle düşünüyorlar. İnternet ve dijital devrim
beynin bu bölümlerine hitap ettiği için son derece başarılı. (Serdar Turgut, Medya, hikâyesini nasıl anlatacak? 15 Kasım 2013
Eski beyin bilinçdışı
davranışlarımızı yani hayatta kalmamız, gündeliği sürdürebilmemiz için gereken
her şeyi koordine ediyor. İlkel insanı düşünün; bu insan tabii ki
okuyamadığından hayatı sadece görerek anlamaya çalışıyor, gördüğü hakkında
duygularıyla düşünmeye çalışıyor. Bu arada hızlı olan her şeye karşı da
duyarlı. Doğal ortamında ani bir değişiklik gördüğü an dikkati buna çekiliyor. (Serdar Turgut, Medya, hikâyesini nasıl anlatacak? 15 Kasım 2013
İnternet kuşağı da görerek
düşünüyor, hıza takıntılı ve doğal ortamında veya gördüğünde yapılan her
değişiklik onun da dikkatini çekiyor. (Serdar
Turgut, Medya, hikâyesini
nasıl anlatacak? 15 Kasım 2013
NE YAPMALI?
Yeni medyanın gazeteciliğe
açtığı imkânlar çok fazla, ama o imkânları kullanıp kullanamayacağımız, içerik
tüketicisinin beyninin nasıl değiştiğini anlamamıza, yeni medyanın bize sunduğu
teknikler ve sunuş biçimlerinden de haberdar olmamıza bağlı. (Serdar Turgut, Markalı içerik 14 Kasım 2013
21'inci yüzyılın, dünyası her iş dalında dikkatleri
çekmeyi beceremeyenlerin öleceği, silineceği bir ortam. Bu her iş dalında böyle
olduğu gibi özellikle medya alanında daha da geçerli. Büyük rekabet ortamında
dikkatleri çekmek, ancak insanlara özgün, farklı ve ilginç içerikler vermekle
mümkün olabiliyor. (Serdar Turgut, Türk
medyasında beyin ölümü 05 Kasım 2013
Medya ve onunla ilişkili halkla ilişkiler ve reklam
sektörü şunu anlamak zorunda: Bizlerin eskiden alıştığımız hikâye anlatma
biçimleri artık geçerli değil. Onlarda
ısrar ettiğimiz takdirde, kendimizi değiştirmediğimiz zaman anlattığımız hikâye
üzerinde ne kadar çalışılmış olunursa olunsun tüketici tarafından
anlaşılmayacaktır veya kabul edilmeyecektir. Medya,
hikâyesini nasıl anlatacak? 15 Kasım 2013
NE YAPMALI: GÖRSELLERLE
(VİDEO VE FOTOĞRAF) ÇALIŞIN, HIZA VE
DEĞİŞİME ÖNEM VERİN
Medya teorisyenleri eğer bu dönemde medyada başarılı
olunacaksa görsellerle çalışan, hıza ve sürekli değişime önem veren yeni
medyalar yaratmamız gerektiğini düşünüyorlar. Medya,
hikâyesini nasıl anlatacak? 15 Kasım 2013
…………………………….
Bu yüzden görselliğe vurgu
yaparak çalışan, içgüdüsel tepkilerimize hitap eden, hızlı değişen ve ilk önce
özgün olmayı başaran medya girişimleri başarılı olacak. Medya, hikâyesini nasıl anlatacak? 15 Kasım 2013
………………………
İçeriğimiz ne kadar sağlam
olursa olsun görsel kullanmadığımız veya audio olmadığı zaman, heyecan yaratan
veya ilgi çeken bazı sürprizler yapmadığımız zaman bu içeriğimize bakılmayacak.
Ayrıca bizler çizgi film, video
oyunları ve televizyon sitcom'ları gibi farklı hikâye anlatma biçimlerini
gazeteciliğimizin ürünlerini anlatmak için nasıl kullanırız, bunları da artık
düşünmemiz lazım. Medya, hikâyesini
nasıl anlatacak? 15 Kasım 2013
NE YAPMALI – HİKAYE ANLATIN
Bu dokümanda 25-27. Sayfalarda bunun nasıl olacağı
anlatılıyor.
NE YAPMALI – DİĞER,
İÇERİKLE PAZARLAMA AKSİYONLARI
Aksiyon 1: yayıncı gibi davranın
Aksiyon 2: İçerik sunumunu tek formatla sınırlı tutmayın
Aksiyon 3: içeriği izleyiciye iletirken konuyu değişik
açılardan, değişik derinliklerde ve değişik formatlarda sunmak gerekir
Aksiyon 4: İçerik müşterileri satın alma yolunda
ilerletmelidir
Aksiyon 5: içeriği
izleyiciye iletirken konuyu değişik açılardan, değişik derinliklerde ve değişik
formatlarda sunun
Aksiyon 6: İçerik
için doğru konu başlıkları bulun.
Aksiyon 7: :
“Yaptığınız işi, sorunu nasıl çözdüğünüzü anlatın ve asla bir şey satmaya
çalışmayın.”
Aksiyon 8: İçeriği çalışanlarla birlikte oluşturun.
Aksiyon 9: İçeriği satın alma aşamalarıyla eşleştirin
Aksiyon 10: İçerikle pazarlamanın trafik yaratma
stratejisinin bir parçası olduğunu unutmayın
Aksiyon 12: Bir yayıncı gibi düşünün ve bir içerik
takvimi oluşturun
Aksiyon 13: İçeriği ücretsiz düşünün
SERDAR TURGUT’UN YAZILARINDA SÖZ ETTİĞİ ŞİRKET:
CONTENTLY ŞİRKETİ
Manifesto
Original storytelling wins.
People don't
want "content"; they want compelling stories.
We all know
now: Anyone can be a publisher, and talented journalists and creative people
can live and work from anywhere. But good publishing is not simply words on a
page or photos in a stream, no matter who's behind it.
Quality in
content is in the story, in the human connection, the difference made. In the
connected world, we are no longer confined to a few sources of information and
entertainment, and we are no longer beholden to gimmicky publishers and their
tactics. We will find and share the good stories, and good stories alone.
Great stories
make ideas stick. When told right, they inspire people to make ideas happen.
Unoriginal stories, thoughtless publishing, and aggregation of others' content
under the guise of so-called "curation" will never come close to the
power of fresh insights and true stories never before told.
Those who
tell and promote the best stories—in the best ways—will increase in reputation
and trust, fans and influence. Journalists will build their personal brands.
Businesses will make a difference. Media companies will thrive.
In 2011, we
said that content farms would soon be dead. Today, they basically are, thanks
to changes in search and social media. Half-hearted publishers and automators
who think quality content is easy will be the next to expire, but great
storytellers who pour their hearts into creating content people want to share
will never go extinct.
We can change
the world through storytelling. So let's change it.
Contently,
2013
More Thought leadership from Contently
Content Strategist.News and Analysis on Content, Advertising, and the Future of
Storytelling, from Contently.
Freelance Strategist.Smart resources for hired guns and independent storytellers.
The Beginner’s Guide
to BLOGGING AND CONTENT STRATEGY. http://contently.com/strategist/2011/09/08/e-book-the-beginners-guide-to-blogging-content-marketing-strategy/
7 Tips For Super Strategic
Video Content. http://contently.com/strategist/2011/12/16/7-tips-for-super-strategic-video-content/
How Red Bull Takes Content Marketing
to the Extreme.http://mashable.com/2012/12/19/red-bull-content-marketing/
In the World
of Branded Content, Original Always Wins. http://adage.com/article/digitalnext/world-branded-content-original-wins/239269/
HowToMakeYourContentStandOut.
http://ice.contently.com/HowToMakeYourContentStandOut.html
Contently’s
Code of Ethics for Journalism and Content Marketing. http://contently.com/strategist/2012/08/01/ethics/
Stop
Linkbait Before It Ruins Content Marketing. http://mashable.com/2013/07/12/linkbait-content-marketing/
the-true-story-of-the-brooklyn-nets
. THE TRUE-LIFE LOVE TRIANGLE BETWEEN A BOROUGH, A BASKETBALL TEAM, AND AN AD
AGENCY. http://contently.com/strategist/2013/07/01/the-true-story-of-the-brooklyn-nets/
This Will Be
The #1 Business Skill Of The Next 5 Years. https://www.linkedin.com/today/post/article/20130802112108-7374576-this-will-be-the-1-business-skill-of-the-next-5-years?trk=mp-author-card
THE KEY TO
CONTENT MARKETING (AND BUSINESS): BE LESS SELF-CENTERED. http://www.fastcocreate.com/1680795/the-key-to-content-marketing-and-business-be-less-self-centered
Getting
Engaged (Guest Post). http://cmo.com/content/cmo-com/home/articles/2013/6/4/getting_engaged.html
Content
Strategist: Insights and Analysis on Brands, Storytelling, and the Future of
Content, by Contently . http://contently.com/strategist/
http://contently.com/strategist/ adresinde birçok makale
daha var.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Serdar Turgut: Yeni Medya. İstanbul: Destek, 2013.
"Dünyanın sonunun 2012'de geleceği sanılıyordu aslında armagedon çok önce başlamıştı. Büyük alt-üst oluş medyada yaşanıyordu. Ne olacağı kimin ölüp kimin ayakta kalacağı bu çalışmada!
Sadece pratik bir gazeteci olmakla kalmayıp aynı zamanda kültürel çalışmalar disiplini alanında çok önemli bir medya teorisyeni de olduğunu ortaya koyan bu kitabıyla Serdar Turgut medyayla ilgilenen herkese çağı anlama ve yorumlama sürecinde çok değerli ve anlamlı bir katkıda bulunuyor...
-Mehmet Kenan Tekdağ-
Serdar Turgut şimdi bize "Bu oyun bitti " diyor. Yeni oyunları öğrenmek lazım diyor...
Artık medya bonolarını tokatlamak yetmiyor. Sille tokat girmek gerekiyor. Bu kitap işte onu yapıyor.
-Ertuğrul Özkök-
Şimdi gazeteciliğin geleceği üzerine kafa yorup düşüneceğimiz bir çalışma var elimizde: Ne yapmalı, sorusunun yanıtı için bol bol düşünmek, biraz da geleceğimizden korkup endişelenmek için tam zamanı.
-Oray Eğin -
"Ey güzel insanlar!... Eğer kendinize gazeteciliği meslek olarak seçecekseniz; şu an elinizde tuttuğunuz bu kitabı mutlaka okumalısınız... Çünkü geleceğin gazetecisini başarıya ulaştıracak her türlü bilgi bu kitapta var..."
-Adnan Berk Okan, Medya Analisti-
(Tanıtım Bülteninden)
Türkçe (Orijinal Dili:Türkçe)
168 s. -- 2. Hamur-- Ciltsiz -- 13 x 21 cm
İstanbul, 2013
ISBN : 9786054771981"
http://www.idefix.com/kitap/yeni-medya-serdar-turgut/tanim.asp?sid=HLQWUFJ1MM0MYM8F7WFX
------------------------------------------------------------------------------------------------------------
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Serdar Turgut: Yeni Medya. İstanbul: Destek, 2013.
"Dünyanın sonunun 2012'de geleceği sanılıyordu aslında armagedon çok önce başlamıştı. Büyük alt-üst oluş medyada yaşanıyordu. Ne olacağı kimin ölüp kimin ayakta kalacağı bu çalışmada!
Sadece pratik bir gazeteci olmakla kalmayıp aynı zamanda kültürel çalışmalar disiplini alanında çok önemli bir medya teorisyeni de olduğunu ortaya koyan bu kitabıyla Serdar Turgut medyayla ilgilenen herkese çağı anlama ve yorumlama sürecinde çok değerli ve anlamlı bir katkıda bulunuyor...
-Mehmet Kenan Tekdağ-
Serdar Turgut şimdi bize "Bu oyun bitti " diyor. Yeni oyunları öğrenmek lazım diyor...
Artık medya bonolarını tokatlamak yetmiyor. Sille tokat girmek gerekiyor. Bu kitap işte onu yapıyor.
-Ertuğrul Özkök-
Şimdi gazeteciliğin geleceği üzerine kafa yorup düşüneceğimiz bir çalışma var elimizde: Ne yapmalı, sorusunun yanıtı için bol bol düşünmek, biraz da geleceğimizden korkup endişelenmek için tam zamanı.
-Oray Eğin -
"Ey güzel insanlar!... Eğer kendinize gazeteciliği meslek olarak seçecekseniz; şu an elinizde tuttuğunuz bu kitabı mutlaka okumalısınız... Çünkü geleceğin gazetecisini başarıya ulaştıracak her türlü bilgi bu kitapta var..."
-Adnan Berk Okan, Medya Analisti-
(Tanıtım Bülteninden)
168 s. -- 2. Hamur-- Ciltsiz -- 13 x 21 cm
İstanbul, 2013
ISBN : 9786054771981"
------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Serdar Turgut’un 4 Yazısından önemli Pasajlar
Beyin
hastalığı salgını. 13 Nisan 2013
Yapılan birçok araştırmanın sonucu aynı derecede
dramatik. Dijital dünyalarda yaşamaya alışmış, bilgilerini internetten almaya
koşullanmış beyinler kısa bir süre sonra son derece basit içerikli metinleri bile
okuyamaz hale geliyorlar.
Markalı
içerik 14 Kasım 2013
Bu köşede hep söyledim, insan
beyni değişti; okuma, bakma, algılama biçimi kısa süre öncesine göre çok
farklı. Bu yüzden içeriğin kral olduğunu
kabul etmekle birlikte, farklı tüketicilere ne tür içeriği, nasıl özgünleştirip
hangi anlatım yollarıyla vereceğimiz konusunda çok dikkatli olmalıyız.
……………………
Yeni medyanın gazeteciliğe
açtığı imkânlar çok fazla, ama o imkânları kullanıp kullanamayacağımız, içerik
tüketicisinin beyninin nasıl değiştiğini anlamamıza, yeni medyanın bize sunduğu
teknikler ve sunuş biçimlerinden de haberdar olmamıza bağlı.
Türk
medyasında beyin ölümü 05 Kasım 2013
21'inci yüzyılın, dünyası her iş dalında dikkatleri
çekmeyi beceremeyenlerin öleceği, silineceği bir ortam. Bu her iş dalında böyle
olduğu gibi özellikle medya alanında daha da geçerli. Büyük rekabet ortamında
dikkatleri çekmek, ancak insanlara özgün, farklı ve ilginç içerikler vermekle
mümkün olabiliyor.
Medya,
hikâyesini nasıl anlatacak? 15 Kasım 2013
Medya ve onunla ilişkili halkla ilişkiler ve reklam
sektörü şunu anlamak zorunda: Bizlerin eskiden alıştığımız hikâye anlatma
biçimleri artık geçerli değil. Onlarda
ısrar ettiğimiz takdirde, kendimizi değiştirmediğimiz zaman anlattığımız hikâye
üzerinde ne kadar çalışılmış olunursa olunsun tüketici tarafından
anlaşılmayacaktır veya kabul edilmeyecektir.
Yeni beyinler dijital devrimle
değişmeye başladı. Artık beyinler daha
çok duyguları koordine eden bölümüyle veya eski beyin diye adlandırılan,
bize ilkel insandan bu yana devredilen genlerimize kazınmış, beynin
davranışları koordine eden bölümüyle düşünüyorlar. İnternet ve dijital devrim beynin
bu bölümlerine hitap ettiği için son derece başarılı.
Eski beyin bilinçdışı
davranışlarımızı yani hayatta kalmamız, gündeliği sürdürebilmemiz için gereken her
şeyi koordine ediyor. İlkel insanı düşünün; bu insan tabii ki okuyamadığından
hayatı sadece
görerek anlamaya çalışıyor,
gördüğü hakkında duygularıyla düşünmeye çalışıyor. Bu arada hızlı olan her şeye
karşı da duyarlı. Doğal ortamında ani bir değişiklik gördüğü an dikkati buna
çekiliyor.
İnternet kuşağı da görerek
düşünüyor, hıza takıntılı ve doğal ortamında veya gördüğünde yapılan her
değişiklik onun da dikkatini çekiyor.
Medya teorisyenleri eğer bu dönemde medyada başarılı
olunacaksa görsellerle çalışan, hıza ve sürekli değişime önem veren yeni
medyalar yaratmamız gerektiğini düşünüyorlar.
…………………………….
Bu yüzden görselliğe vurgu
yaparak çalışan, içgüdüsel tepkilerimize hitap eden, hızlı değişen ve ilk önce
özgün olmayı başaran medya girişimleri başarılı olacak.
………………………
İçeriğimiz ne kadar sağlam olursa
olsun görsel kullanmadığımız veya audio olmadığı zaman, heyecan yaratan veya
ilgi çeken bazı sürprizler yapmadığımız zaman bu içeriğimize bakılmayacak.
Ayrıca bizler çizgi film, video
oyunları ve televizyon sitcom'ları gibi farklı hikâye anlatma biçimlerini gazeteciliğimizin
ürünlerini anlatmak için nasıl kullanırız, bunları da artık düşünmemiz lazım.
Serdar
Turgut
Beyin hastalığı salgını
13 Nisan 2013 Cumartesi, 11:49:30 Güncelleme: 14:08:22
YENİ medya-beyin fonksiyonlarını irdeleyen ve bunlardan
toplumsal sonuca varmayı hedefleyen
yazılarım nedeniyle birçok bilim insanından, doktorlardan ve
psikologlardan telefon alıyorum.
Bazıları yaşanmakta olan sürece "beyin hastalığı"
denilmesinden yanalar. Çünkü fiziksel temeli olan
bir tür hastalık gerçekten salgın gibi yayılıyor; gayet
tabii ki bu bir akıl hastalığı değil, ikisini birbirine
karıştırmamak lazım.
"Beyin hastalığı" lafı sizleri itiyorsa, rahatsız
ediyorsa bu yazıya "Okumaya veda" gibi
romantik bir
başlık da atabilirdim, ama
sonuçta diyeceklerim açısından bir şey fark etmezdi.
Yapılan birçok araştırmanın sonucu aynı derecede
dramatik. Dijital dünyalarda yaşamaya alışmış,
bilgilerini internetten almaya koşullanmış beyinler kısa
bir süre sonra son derce basit içerikli metinleri bile okuyamaz hale
geliyorlar.
İnternet sitelerinde linklere odaklı
hızlı okumalar için ekranı aşağıya kaydırmalar ve tablette
durmadan ekranla oynayarak
konsantresiz bakmalar sonucunda yazılı metinleri soldan sağa ve
aşağıya doğru aşamalı okumak
yeteneği tamamen ortadan kalkıyormuş.
Yine birçok araştırma gösteriyor ki, burada tek bir insanın
sorunundan değil, bir toplumsal olaydan
bahsediliyor. Sonuçta sakin ve derin
tek başına okumaları yapan bireylerden oluşan toplumdan, en
basit metni bile okuyamayan
bireylerden oluşan bir topluma dönüşüyoruz.
Yalnız başına çekilerek tek başına
yapılan sakin ve derin okumaların beyinleri eğittiği ve beynin
rasyonel düşünce üreten bölümlerini
çalıştırdığı biliniyor. Önündeki ekrana sürekli hiperaktif biçimde
bakan ve orada yazılanları
okuyamayan, okusa da artık anlayamayan insanların gözlerinin o
sayfadan kaçmalarını sağlayacak
linkler aradığı bir dünyanın ciddi bir medeniyet sorunsalı olduğu bir
gerçektir.
Sakin ve derin okumaların yok edildiği bir dünya, daha
birçok toplumsal olayda hastalığa karşı
direnmeye çalışan beyinleri rahat bırakmıyor. Herkesi aynı
biçimde teslim almaya çalışıyor bu beyin
hastalığı salgını. Sadece okuma biçimimiz değil, diğer bazı
sığınma noktaları da ağır bir saldırı altında.
Şimdi bireyin kendini vererek derin bir biçimde müzikle
beslenebileceği klasik müzik dünyasına da el
atılmış durumda. Örneğin, Virginia'da Wolf Trap arenasında
ulusal senfoni orkestrasının Beethoven'in
Pastoral Senfonisi performansında konser sürerken şef Emil
de Cou sürekli twitler atarak çalınan
müziğin anlamını açıklamış. İzleyenlerin de birbirleriyle
twitleşmeleri konser süresince teşvik edilmiş.
Bu, sakin biçimde bireyin müziğin sihrine gömülüp beynine
enerji vermesini engelleyen bir yeni
medya müdahalesidir. Tiyatro izleyicilerinin temsil sürerken
oyunu birbirleriyle Twitter'da tartışmaları
da teşvik ediliyormuş. Anlayacağınız,
ne kitap okurken ne de klasik müzik dinlerken hiçbir zaman
aradığımız sakinliği ve derin
düşünme imkânını bulamayacağız. Çünkü artık bu şekilde davrananların
var olduğu bir dünya istenmiyor.
Buna medeniyet değişimi de demek imkânsız; çünkü bu beyin
hastalığı salgını eski medeniyeti
çökertirken yerine pek de anlamlı bir şey koyamıyor.
Okuyamayan insanlar tabii
ki yazamayacaklar da... Her türlü veriyi, bilgiyi bilgisayar oyunu gibi görüp
onlara bakmakla
yetinecekler, sonra da Armageddon günü yaklaşacak ve entelektüel çöküş
nedeniyle yaygınlaşan
aptallığın sonucunda bir çöküş yaşanacak.
Serdar
Turgut
Markalı içerik
14 Kasım 2013 Perşembe, 09:22:36 Güncelleme: 13:34:36
YAPILAN araştırmalar, son 17 yılda medyadaki içeriğin
tüketilme biçiminin, 200 yılda olan değişimden
daha fazla olduğunu gösteriyor.
Bu köşede hep söyledim, insan
beyni değişti; okuma, bakma, algılama biçimi kısa süre öncesine göre
çok farklı. Bu yüzden içeriğin kral olduğunu kabul etmekle birlikte, farklı
tüketicilere ne tür içeriği, nasıl özgünleştirip hangi anlatım yollarıyla
vereceğimiz konusunda çok dikkatli olmalıyız.
Yeni medyanın gazeteciliğe
açtığı imkânlar çok fazla, ama o imkânları kullanıp kullanamayacağımız,
içerik tüketicisinin beyninin
nasıl değiştiğini anlamamıza, yeni medyanın bize sunduğu teknikler ve
sunuş biçimlerinden de haberdar
olmamıza bağlı.
Bu nedenle medya olağanüstü hızlı
bir değişim içinde. Reklamcılık sektörü de bu değişime ayak uydurmak zorunda ve medyayla yakın işbirliği içinde
çalışmalı.
Medya olarak gazeteye, televizyona
alışmış reklam sektörü, internete, dijital dünyaya nasıl adapte olacak? Yeni yükselen değer olan
mobil araçlarda nasıl reklam stratejileri izlenecek ve gazeteciler bu
medyaya uygun içeriği reklamcıları
da düşünerek nasıl üretecek?
Sektörümüzün sıcak meselesi özetle budur. Ama bizim dünyamız
öyle hızlı bir değişim içinde ki,
hemen her gün yeni bir gelişme bizleri stratejilerimizi
düşünmeye itiyor.
Amerika'da bazı büyük şirketler,
kendi yaptıkları işi ve amaçlarını, "Aracı olmadan tüketiciye nasıl
anlatırız?" diye düşünmeye
başlamışlar. Bu düşünce kendi başına yeni bir şey değil tabii.
Örneğin, General Electric (GE)
şirketi 1947 yılında kendisini tüketiciye direkt anlatmanın daha doğru
olacağını düşünmüş. Ve şirket
bünyesine bir yazar almışlar, anlatım işini bir süre o yapmış. O yazarın
adı da Kurt Vonnegut'muş. Bu isimden anlaşılıyor ki, GE
kendisini direkt anlatma işini hayli ciddiye
almış, buna önem vermiş.
Bu ihtiyaç hâlâ sürüyor. Birçok
büyük şirket, kendini tüketiciye bir aracı olmadan, yani bir halkla
ilişkiler şirketi veya reklam
şirketi devreye girmeden direkt anlatmasının daha doğu olacağını
düşünüyormuş. Yani bu şirketlerin
artık bir içerik üretme sorunları var.
Böyle bir ihtiyaç olduğunu tespit eden bir girişimci, bu
tespitinden yeni bir iş imkânı yaratmaya karar
vermiş. Ve Contently adlı şirketi
kurmuş. Bu şirket, çok sayıda profesyonel yazarla iş başına anlaşmalı
olarak çalışıyor, gelen talebin,
yazının niteliğine göre uygun yazarı seçip işi ona aktarıyor. Aracı ücreti
yüzde 15. Yazarlara da iyi para
verilmesinden yana (bu şirketi şimdiden çok sevmeye başladım ben)
ve kelime başına 1 dolar
ödüyorlarmış. Diyelim ki bir şirket kendisini müşteriye direkt anlatmaya karar verdi.
Artık içerik üretmek için yazar aramasına gerek yok. Contently firmasıyla
anlaşıyor, kendisini anlatıyor ve verilmesini istediği mesajı söylüyor.
Contently de anlaşmayı
yaptıktan sonra bu işe en uygun olan yazarla temasa geçiyor ve işi ona
veriyor. İşi isteyen
şirket, eğer dijital dünyanın imkânlarını da kullanarak videolu, fotoğraflı
veya
audio'lu ayrı bir
prezentasyon da yapmak isterse veya yazardan gelecek metni böyle süslemek
isterse Contently ona
gereken teçhizatı, programı ve uzmanları kiralıyor. Böylece
şirket, tüketiciye
kendisini
direkt anlatma işini tamamen profesyonelce çözmüş oluyor.
Bu konuda kapsamlı bir yazı yazmış olan New York Times'ın
medya yazarı David Carr, Contently'nin
bu yaptığı işin yakında çok
tutacağını ve yaygınlaşacağını düşünüyor.
Haberiniz olsun, yeni kurulmuş olan Contently'nin yakın
gelecek için yıllık gelir tahmini, 10 milyon
dolar olmuş.
Ben böyle bir işe
Türkiye'de de ihtiyaç olduğunu ve markalı içerik yazabilecek iyi yazarlara bu
sektörde bazı iş imkânları
açılacağını da sanıyorum.
Televizyon dünyasında yeni trend
ASIL işleri televizyon seyircisine tüketebilecekleri içerik
üretmek olmayan birçok şirket, bu medyaya
giriş yapıyor. Televizyon ekosistemindeki yeni trend bu.
Intel'in ve Apple'ın televizyon programı üretip bunu
izleyiciye dijital olarak ulaştırma planı (yani bir
yönleriyle televizyona da dönüşecekler) var. Bunlara en son
Amazon katıldı. Çekimi halen süren
sitcom'u yakında Amazon sitesinden prime müşterilerine
sunacaklar.
Amazon'un, kablolu yayıncılığın yaptığı işi kablosuz yapma
işine girme kararını; televizyon dizilerini
internet üzerinden seyirciye ulaştıran Netflix şirketinin
"House of Cards" ve "Orange is the New
Black" adlı özgün üretim dizilerinin başarısını, aldığı
ödülleri ve kazandırdığı paraları gördükten sonra
verdiği söyleniyor.
Serdar
Turgut
Türk medyasında beyin ölümü
05 Kasım 2013 Salı, 09:28:36 Güncelleme: 13:40:33
İNTERNETİN hâkim olmasıyla ve dijital âlemin katılımcı
interaktif ortamında herkesin, hatta iki satır
twit atanın bile kendisini gazeteci olarak gördüğü bir
global dünyada, gazetelerle birlikte
gazeteciliğin de öleceği tahminleri yapılıyordu.
Global düzeyde bu tahminin doğru çıkmayacağı çoktan belli
oldu. Ayrıca yeni medya deneyleri
nedeniyle gazeteciliğin ölmeyeceği gibi yeni bir altın
çağına girdiği bile söylenir oldu şu aralar.
Daha önceki kötümser tahminlerin tutmayacağı global düzeyde
belli olsa da bu tahminin bir tek
Türkiye'de doğru çıkacağı görülüyor.
Bu ölümün nedeni ise internet ve yeni medya filan değil, bu
ölümün asıl nedeni beyinlerimiz. 21 'inci
yüzyılda Türk kolektif beyninde yaşanan durgunluk ve
gerileme hızı, dünya ortalamasının hayli
üstünde.
Global düzeyde hepimizi ortak
etkileyen süreç şu: Bu yüzyılın başından itibaren yoğun olarak
kullanmaya başladığımız
teknolojilerin ve medyanın insan beyninin işleyişini zaten radikal biçimde
değiştirdiği...
Bu değişim olumlu yönde değil. Yeni
beyinler artık okuma yeteneğini tamamen kaybediyor ve
rasyonel düşünce üretmenin yerini
duygularla düşünme almaya başladı. Yaratıcı düşünce üretmek
için gereken şartlar iyice ortadan
kalktı.
Gerçekten yaratıcı, özgün ve farklı
düşünce üretmek, bu yeni dünyada gittikçe zorlaşıyor.
Batı âleminde insanlar bu tehlikenin
farkındalar. Beyin inceleme ve araştırma dalında yapılan büyük
atılımlar sayesinde 21 'inci yüzyıl beyninin, daha yaratıcı,
daha orijinal, daha özgün düşünmesi için
nasıl eğitilmesi gerektiği yönünde çalışılıyor.
ABD'de Başkan Obama'nın direktifiyle
"BRAIN" adı verilen bir devlet projesi bile başlatıldı. Amerika'nın en
büyük uzmanları bu proje bağlamında bir araya geldiler ve Başkan Obama'nın,
"Bizler yaratıcı düşünmeyi bilen bir ulusuz; yaratmaktan, yeniliklerden
korkmayız. Bu yüzden yeni dünya
koşullarında bu avantajımızı nasıl
sürekli kılarız, bunu ortaya çıkarmak için çalışmalıyız" diyerek
gösterdiği hedef doğrultusunda bu
insanlar insan beyninin gizemini daha da çözmek ve yeni ufuklar
açmak için çalışıyorlar.
21'inci yüzyılın, dünyası her iş dalında dikkatleri
çekmeyi beceremeyenlerin öleceği, silineceği bir
ortam. Bu her iş dalında böyle olduğu gibi özellikle
medya alanında daha da geçerli. Büyük rekabet
ortamında dikkatleri çekmek, ancak insanlara özgün,
farklı ve ilginç içerikler vermekle mümkün
olabiliyor.
Ülkenin lideri, var olan büyük soruna dikkat çektikten sonra
Amerikan medya yöneticilerinin de bu
konudaki farkındalıkları arttı.
Amerikan medyasının her alanında ister gazete, ister
televizyon, isterse internet sitesi olsun özgün,
farklı, yaratıcı içerik oluşturamadıklarında yaşanan rekabet
karşısında öleceklerini biliyorlar. Tabii Türk
medyası da aynı koşullar içinde çalışıyor.
Ancak Türk beyninde var olan 21'inci yüzyıldaki gerileme ve
durgunluk, medyayı da etkilemiş
görünüyor. Yaratıcı, farklı ve özgün olmak için hiçbir
gayret gösterilmediği gibi aksine farklı olmaktan,
yaratıcı bir şeyler yapmaktan korkuluyormuş gibi de bir hava
var.
Toplumun hızla dinselleşmesi, bunu destekleyenlerin bir tür
ahlak zabıtalığına soyunmuş olmaları ve
yaratılan ortam, yaratıcı düşünceyi ve farklı olma
gayretlerini tamamen ortadan kaldırdı.
Bir de Türkiye'yi açıklayıcı son derece bir başka hayati
tespit de var.
Yapılan çalışmalar gösteriyor ki, insan bir işe girişmeden
önce başka yerlerden onay ve fikir almaya
çalıştığı takdirde, o an yaratıcılık tamamen ölüyormuş.
Biliyorsunuz şu anda Türkiye, çok değişik yetkililerden
birçok onayın alınması gerektiği bir ülke haline
geldi. Onay alanların her türlü yaratıcılığı ölse de onlar
yine de yükseltiliyorlar. (Yandaş gazetecilerin
hayat tarzı bundan ibaret. Medya bu tür yazarla doldu.)
Yani zaten var olan koşullar her türlü yaratıcılığı ve
özgün, farklı düşünceyi öldürücü haldeyken bir de
Türkiye'de onay alma zorunluluğu, ortada bir entelektüel
felaketin oluşmasına yol açıyor.
Serdar Turgut
Medya, hikâyesini nasıl anlatacak?
15 Kasım 2013 Cuma, 09:32:54 Güncelleme: 13:33:03
MEDYA çalışmaları 21 'inci yüzyılın sosyal bilimler
alanındaki en dinamik, en ilginç fikirlerin üretildiği
alan oldu. Bu da normal; çünkü hemen her kurumun, her tavrın
bir değişim içinde olduğu bu dünyada
medya en hızlı değişen sektör halinde.
Ortaya atılan ve teori yapanların çoğu tarafından paylaşılan
bir saptamaya göre, son 17 yılda medya
içeriklerinin tüketilme biçimindeki
değişim, son 200 yılda yaşanan değişimden çok daha derin, çok
daha fazlaymış.
Anlayacağınız içeriği okuyan,
kullanan insanlarda önemli bir değişim yaşanıyor.
Kolay değişmez sanılan beyinlerimiz hızlı ve radikal bir
değişim içinde. Beynin işleyiş biçimindeki bu
değişme potansiyeline "neuro-plasticity"
deniliyor. Şurası kesin ki 21 inci yüzyıl beyinleri, 20
nci yüzyıl
beyinlerinden farklı çalışıyor. Bu
nedenle genelde orta ve üstü yaş insanlar tarafından sahipliği olan
veya yönetilen medyada bizler
eskiden alıştığımız biçimde hikâyeleri anlatamayız.
Evet hikâye dedim, bizler hepimiz aslında hikâye anlatma
işindeyiz. Burada "Bana hikâye anlatma"
tavrıyla ortaya konulan hikâye kavramına duyulan
güvensizliği de aşmamız gerekecek. Burada sözü
edilen hikâye, palavra değil, hangi
olayı ele alırsak alalım o olayın altındaki gerçekleri tüm boyutlarıyla
tüketiciye (okuyucuya/kullanıcıya)
aktarmak bir hikâye anlatma işidir.
Medya ve onunla ilişkili halkla ilişkiler ve reklam
sektörü şunu anlamak zorunda: Bizlerin eskiden
alıştığımız hikâye anlatma biçimleri artık geçerli değil.
Onlarda ısrar ettiğimiz takdirde,
kendimizi
değiştirmediğimiz zaman
anlattığımız hikâye üzerinde ne kadar çalışılmış olunursa olunsun tüketici
tarafından anlaşılmayacaktır
veya kabul edilmeyecektir.
Bir ara çok yoğun tartışılan "Acaba gazeteler ölüyor
mu?" sorunsalı, temelinde eski medya diye
adlandırılabilecek gazetelerin eski hikâye anlatma
biçimlerini yeni koşullara uydurmak üzere
değiştirmemelerinden kaynaklanmıştı.
Aralık ayında piyasaya çıkacak kitabım "Yeni
Medya"da gazeteciliğin ölmediğini, tersine gazetecilik
açısından bir altın çağa girdiğimizi anlatıyorum.
Bu altın çağ çoktan başladı. Koşullara adapte olup kendimizi
yenilersek bu altın çağ bizlerin de
gazeteciler olarak altın çağımız haline gelecek.
Beyinlerin artık değiştiğini ve eski
hikâye anlatma biçimlerini yeni beyinlerin istemediğini, bunu
okuyamadıklarını, bunun yerine yeni
hikâye anlatma biçimleri bulmamızın gerekeceğini göreceğiz ve
gazeteciliğimizi buna göre
yapacağız.
Eski beyinler daha çok beynin rasyonel düşünceyi koordine eden bölümleriyle
düşünüyorlardı. Eski
hikâye anlatma biçimleri bu şekilde düşünen beyinlere
uygundu.
Yeni beyinler dijital devrimle
değişmeye başladı. Artık beyinler daha
çok duyguları koordine eden
bölümüyle veya
eski beyin diye adlandırılan, bize ilkel insandan bu yana devredilen
genlerimize
kazınmış, beynin davranışları
koordine eden bölümüyle düşünüyorlar. İnternet ve dijital devrim
beynin bu bölümlerine hitap
ettiği için son derece başarılı.
Eski beyin bilinçdışı
davranışlarımızı yani hayatta kalmamız, gündeliği sürdürebilmemiz için gereken
her şeyi koordine ediyor. İlkel
insanı düşünün; bu insan tabii ki okuyamadığından hayatı sadece
görerek anlamaya çalışıyor,
gördüğü hakkında duygularıyla düşünmeye çalışıyor. Bu arada hızlı olan
her şeye karşı da duyarlı. Doğal
ortamında ani bir değişiklik gördüğü an dikkati buna çekiliyor.
İnternet kuşağı da görerek
düşünüyor, hıza takıntılı ve doğal ortamında veya gördüğünde yapılan
her değişiklik onun da dikkatini
çekiyor.
Medya teorisyenleri eğer bu dönemde medyada başarılı
olunacaksa görsellerle çalışan, hıza ve
sürekli değişime önem veren yeni medyalar yaratmamız
gerektiğini düşünüyorlar.
Eski beynimizin de
etkisiyle beynimizin işlem yapma gücünün yarıdan fazlası görsellikle ilgilidir.
İnsan
beyninin 2 bin 500 adet
resmi, aradan uzun zaman geçtikten sonra yüzde 90 doğrulukla
hatırlayabildiğini
biliyoruz. Okuduğumuz bir metnin bir yıl sonra sadece yüzde 10 unu hatırlarken,
bir
yıl aradan sonra
gördüğümüz bir resmin ise yüzde 63'ünü hatırlıyoruz.
Öylesine karmaşık ve çalkantılı bir dünyada yaşıyoruz ki
beynimizin ilgisini çekmeye çalışan çevre
faktörleri çok arttı. Ortalama bir beyne saniyede 11 milyon
veri geliyormuş. Beyin mükemmeliyetçi
olduğundan, hepsiyle aynı anda hak ettikleri gibi
uğraşamayacağından, bunların sadece 40 adedini
göz önüne alıyormuş, gerisini otomatik içgüdüsel
tepkilerimizin oluştuğu eski beyne gönderiyor, göz
önüne aldığı bölümle de duygularla düşünüyormuş.
Bu yüzden görselliğe vurgu
yaparak çalışan, içgüdüsel tepkilerimize hitap eden, hızlı değişen ve ilk
önce özgün olmayı başaran medya
girişimleri başarılı olacak.
Instagram'ın yüzyılın en büyük
iletişim kurma medyası olarak yükselen trend olması, beynin bu
görsellikle ilgili vurgusuyla
ilgilidir. Ayrıca internette hızın çok önemli olması, sayfaların sürekli
yenilenmesine duyulan ilgi, kalıcı
fikirler yerine gelip geçici, uçucu ve hafif enformasyonların öne
çıkması (buzzfeed sitesi bunun
üzerine kendisine bir imparatorluk kurdu. Son olarak New York
Times'tan ustaları transfer etti),
seks imalı haber ve görüntülerin, yemek fotoğraflarının daima ilgi
çekmesi, yeni beyinlerin eski beyin
ağırlıklı yeni çalışma biçimiyle ilgilidir.
Bizler gazeteciler olarak hikâyeyi nasıl en iyi
anlatacağımızı düşünürken
tüketicinin/okuyucunun/kullanıcının bu yeni durumunu,
muhatap olduğumuz beyinlerin arzularını,
isteklerini göz önüne alarak hikâyeyi anlatma yöntemimizi
değiştirmeliyiz. İçeriğimiz
ne kadar sağlam
olursa olsun görsel
kullanmadığımız veya audio olmadığı zaman, heyecan yaratan veya ilgi çeken
bazı sürprizler yapmadığımız
zaman bu içeriğimize bakılmayacak.
Ayrıca bizler çizgi film, video
oyunları ve televizyon sitcom'ları gibi farklı hikâye anlatma biçimlerini
gazeteciliğimizin ürünlerini
anlatmak için nasıl kullanırız, bunları da artık düşünmemiz lazım.
New York Times dakikası
22 Kasım 2013
Cuma, 09:27:05 Güncelleme: 13:38:13
DİJİTAL
devrimle işleyişi değişen insan beyni, yazılı metinlerden çok görsellikle
anlatılan hikâyeleri
alıyor ve
bunu arzuluyor. 21'inci yüzyılda değişen habercilikte görselin artan önemini
fark eden New
York Times'a
BBC'nin başından transfer edilen CEO'su Mark Thompson, patron Arthur
Sulzberger'den
"Gazeteyi
21 'inci yüzyılda global bir süper güç yap" talimatını aldıktan sonra
NYT'nin Yayın Yönetmeni Jill Abramson ile çok yakın çalışma düzeni oluşturup
gazetenin eski kurumsal yapısını değiştirmeye başladı.
Değişimin
temelinde, "yaratıcılık ve deneylerden korkmamak" prensibi yatıyor.
Thompson ve Abramson birlikte yeni
medya düzeninde videolu dijital anlatım ve bilgisayar oyunlarına
özel önem veriyorlar. New York
Times'ın bir bölümü çoktan film üretim merkezi gibi çalışmaya başladı.
Gazetenin çok
da başarılı olan sitesinde son olarak "New York Times Minute" adı
verilen bir uygulama
devreye
sokuldu.
Siteye günde 3 defa konulan 1
dakikalık videolarla günün en önemli ve gelişen 3 haberi izleyicilere
anlatılıyor. Video yenilemeleri
sabah, öğle ve akşamüstü yapıldığından önemli haberler ve gün içinde
yaşanan gelişmeler de tüketiciye
aktarılabiliyor.
Siteye
konulmaya başlanan bu videolar, mobil cihazlar için de formatlanıyor. New York
Tiimes
yönetimi,
mobil cihazlara gönderilen videolu anlatımların reklam alma potansiyelinin çok
yüksek
olduğunu
tespit etmiş ve gelecek stratejisinde buna önem vermiş durumda.
Mobil dünyada
yükselişe geçen ve geleceği en çok etkileyecek olan akıllı telefonlara özgü
içerik
üretiminde de
Times atılım içinde. Akıllı telefona yollanacak dijital içerik için tamamen
farklı bir reklam stratejisi ve reklam içeriği oluşturulması gerektiğinden
bunun da arayışı sürüyor.
New York
Times Minute, iş için veya gezmek için Mew York'a gidenlere tanıdık gelmesi
gereken bir ad.
Şehre varıp
odanıza çekildiğinizde televizyonu açar açmaz karşınıza çıkan "Kanal
1"de bu slogan sık
sık duyulur.
Kanal 1, sadece yerel haberleri veren bir kanaldır. Bu kanalda sık sık
"New York Minute"
adı verilen
şehrin haberlerinin bir dakika içinde özetlendiği bölümler var.
New York Times
Minute'un da bu televizyon programından esinlendiği kesin.
Aklıma
geliverdi işte
YAKINDA tüm
liderler meydanlara çıkarlar, alıştığımız yüz ifadeleriyle aslında fazla bir
şey söylemeden
söylüyormuş
gibi yapan sert konuşmalarıyla bizleri etkilemeye çalışırlar. "Bu anlamsız güç
gösterileriyle zaman öldürmek yerine
acaba liderler akıllı ve yaratıcı insanlardan oluşan dijital
merkezler mi oluştursalar?"
diye düşündüm.
Bu merkezlerde hakkında mesaj
verilmesi istenen her konu hakkında güzel fotoğraflar bulunacak ve
bunlara en fazla iki cümlelik reklam
sloganı gibi çarpıcı düşünceler eklenecek, fotoğraf altı yazılı bu
resimler ya internet ortamında viral
hale getirilecek (Buzz Feed sitesinin her gün yaptığı gibi) ya da
gücü her geçen gün artmakta olan
Instagram gibi medyalarda paylaşılacak. Ben eminim bu tür
kampanyaların toplam etkisi,
meydanlardan sağlanananın çok üstünde olacaktır. Aklıma geliverdi,
ben de söyleyiverdim işte.
Soru işareti kalktı
21 'inci yüzyılda gazetecilik
üzerine yazılan İngilizce kitaplarda yakın zaman öncesine kadar başlıklar
şöyleydi: "Journalism
Next?.." Ama konu üzerine yazılan kitaplarda "next"ten sonra
konulan soru
işareti artık kalktı, yani
gazeteciliğin geleceği olacağı, hatta bunun çok parlak bir gelecek olacağı
üzerine bir uzlaşı var ve kitaplarda
bu geleceğin nasıl olması gerektiği üzerine fikirler üretiliyor.
Konu Türkiye
olsaydı, bu soru işaretini kaldırıp kaldıramadığımız henüz kesin değildi. Ama
kısa süre
önce benim de
konuşmacı olarak katıldığım "Brand Week" organizasyonuyla Habertürk
medya grubu
farklı
geleceği düşünmeye ciddi biçimde başladığının işaretini piyasaya verdi ve içimi
mutlulukla
doldurdu.
Büyük devrim
21 Kasım 2013
Perşembe, 09:26:37 Güncelleme: 15:33:47
BUGÜN
köşelerinin küçük alanında dokunulmazmış gibi oturan köşe yazarları, "Bir
tek Tanrı'ya hesap
veririm"
edasıyla medya yöneticiliği yapanlar, "Gazeteci olduk" diye en
küçüğünden en büyüğüne
burnundan kıl
bile aldırmayanlar, kendi hayat tarzlarının güvence altında olduğunu sananlar,
"Böyle
gelmiş böyle
gider" diye tavır takınanlar, aslında kendi kafalarında yaşatmaya
çalıştıkları o dünyanın
nasıl da
çökmekte olduğunu, nasıl da büyük bir dönüşüm içinde olduğumuzu görmüyorlar ya
da
görüp
korkudan görmezlikten geliyorlar.
Bugün global dünya, en azından feodalizmden
kapitalizme geçiş yıllarında olduğu gibi, belki ondan da
büyük bir dönüşüm içinde. Nasıl
yaşayacağımızın, nasıl hayatta kalacağımızın, hatta nasıl
düşüneceğimizin koşulları bile
gözümüzün önünde değişiyor.
Bu büyük dönüşümün temelinde motor güç olarak medyada yaşanan
değişim var. 21 'inci yüzyılda
medya ekosisteminde neyi nasıl
okuyacağımız, nasıl eğleneceğimiz, özetle içeriği nasıl tüketeceğimiz
olağanüstü hızla değişiyor ve eski
yıkılıp yerine yeni bir düzen kuruluyor.
Medyada
başlayan bu büyük değişim, hayatın her alanını etkiledi. Medya değişmeye
zorladığı bu
hayat
tarafından daha da hızla değişmeye zorlanıyor.
Medyanın
merkezde olduğu yepyeni bir yaşam, bir hayat tarzı oluşuyor. Bu sürecin dışında
hiç kimse
kalamayacak.
Bazılarımız adapte olacağız, uyum sağlayacağız. Bazılarımız da yok olma
sürecine
kaçınılmaz
olarak gireceğiz.
Ben hayatımın
bu bölümünü, bu değişimi anlama çabasına verdim ve anladıklarımı da
anlatacağım.
Gördüğüm
kadarıyla şu andaki trendler şöyle:
1- Kâğıt baskı gazetelerin en fazla
ortalama 5 yılı var. Yani
5 yıl sonra gündelik merkez medyalar
kâğıda
basılmayacak. Belki bir tek bazı pazar gazeteleri veya birkaç tabloid gazete
ortada kalacak.
2- Gazeteler sadece biçim
değiştiriyor, ama kesinlikle ölmüyor. Gazeteleri kurum olarak dijital
dünyada
yaşamanın yolları bulunacak, bunun için gereken ekosistemler kurulacak. Dijital
dünyaların
ihtiyacı olan
kaliteli, özgün içeriği sağlayabilecek tek kurumsal altyapı olan gazete
kadroları bu yeni
oluşumda
toplanacaklar.
3- Sadece yazı yazanlardan ve sayfa
yapanlardan oluşan yazı işleri kavramı tarihe karışacak. Yeni
yazı işleri, yazı yazanların,
görselliği hazırlayanların ve dijital içeriği sunanların yan yana çalıştığı
ortamlardan oluşacak.
4- Haber
vermek aslında bir hikâye anlatma biçimidir. Can
çekişmekte olan gazete yapılarının alıştığı
hikâye anlatma biçimleri artık
ölüyor. Tüketicinin
değişmiş beyinleri, kendilerine hikâyelerin değişik
biçimde
anlatılmasını istiyor. Medya dünyasında herkes görsel hikâye anlatma
biçimlerine konsantre
olacak. Video üretimi
fotoğraflar ve bunların tüketiciye aktarılmasına yarayan yeni sistemler çok
güçlü olacak. O
dünyada, örneğin ben bir yazı yazarken bunun görselinin nasıl olacağını, ne tür
videolar ve fotoğraflar eşliğinde anlatırsam yazının daha güçlü olacağını da
düşüneceğim. Yazı işleri merkezleri, bugüne kadar alışık olmadıkları ölçüde yaratıcı
düşünmek zorunda kalacaklar.
5- Yeni
anlatım türlerinin bulunması için de yaratıcı düşünülecek. Örneğin, bu dünyada
çok popüler
olan
bilgisayar oyunlarının formatı kullanılarak haberleri ve yorumları anlatmanın
yolları çoktan
araştırılıyor.
Haberin oyunlaştırılması çok hızlanacak. New
York Times, CNN, El Pais bu formatı çoktan
denedi. Özellikle Brezilya'da çok
ilginç deneyler yapılıyor.
6- Yeni
medyada hiçbir zaman linear, yani düz çizgisel anlatımlar olmayacak. Giriş, gelişme ve sonuçlu
anlatımların tüketiciler tarafından
tüketildiği dünya çöktü. Artık okuyucular/tüketiciler hem içeriğin
üretilmesine katılmak istiyorlar,
hem de bunun tüketimini paylaşmak arzusundalar. Yeni medya
dünyasında bu
arzulara uyan sistemler üzerine çalışmalar sürüyor. "Open source reporting"de
gazetecinin kaynakları kapalı bir
dünya olmaktan çıkarılıyor, kaynaklarda hem şeffaflık yaratılıyor hem
de okuyucunun bir kaynak olarak oluşan
habere, yoruma katkıda bulunması isteniyor. İçeriğin
oluşmasına
katkıda bulunmak isteyen yüzlerce-binlerce insanı bu sürece katmak için
"crowdsourcing"
denilen
yöntemle bu insanlar içeriğin oluşturulması sürecine çekiliyorlar.
7- Kaynak
kullanımı ve içeriğin oluşturulması sistemi değiştiğinden içeriğin yazılma biçimi de
değişecek. İçeriği oluşturan, konuyu
bilmediği, bilgisinin eksik oluğu yerde "Bilgi eksik" diyerek
yazısının o bölümünü daha sonra
okuyucu tarafından doldurulmak üzere boş bırakacak. Buna
"Wikipedia türü
habercilik" diyebiliriz. Nasıl ki dijital ansiklopedide içeriklerin bazı yerleri konuları
bilenler
tarafından dolduruluyorsa, yeni dünyada içeriğin
tümü böyle hep birlikte konuşularak birlikte
yazılarak çıkarılacak.
8- Bu yeni
sistemlerin yanı sıra dilimiz de değişecek, yepyeni bir medya dili oluşacak.
Kâğıt baskıya
uygun
dilinizle akıllı telefona gönderilen içeriğe uygun dili bulmanız mümkün değil. Artık cümlelerinizi
farklı kuracaksınız. Kuralları
değişmiş bir gramer dünyanız olacak ki yeni okuyucular sizi
algılayabilsinler.
9- Haberin
oluşturulmasında ve tüketilmesinde kalabalıklar söz konusu olsa da bu yeni
dünyada
olağanüstü
bir bireyleşme yaşanacak. Bireyler habere kendi katkılarının ne olduğunu
bilecekler.
Herkes kendisini bir yönüyle
gazeteci, köşe yazarı olarak kabul edecek. (Clay Shirky'nin mükemmel
kitabı
"Here Comes Everybody"yi tavsiye ediyorum.) İnsanlar içeriği
tüketirlerken bunu interaktif
olarak
yaptıklarından bireyleşme bu alanda da sürecek. Burada sadece özetini vermeye çalıştığım
bu
büyük
dönüşümün sonucunda "siyasi sistemler, ekonomi sistemleri, ahlak-etik gibi
kavramlar nasıl
değişecek"
burası henüz kesin değil ama kesin olan bir şey
var, o da bu dünyada yaratıcı
düşünemeyen, beyin üzerine konulan
yasakları reddetmeyen, özgür düşünmeyen, özetle kaliteli
biçimde bireyleşemeyen insanlara yer
yok. Bunu sağlayamayan ve insanları sürü olarak görmekte
ısrarlı olan sistemler de çökecek.
Serdar Turgut
21’inci yüzyılda Tarkovski izlenir mi?
1.12.2013
Bence yaşayan
en büyük İngiliz dili ustası yazar Geoff Dyer'in "Zona: A Book About a
Film About a
Journey to a
Room" adlı muhteşem kitabını okurken şu soru aklıma geldi. "Acaba
çağımızda yeni
kuşakların,
Tarkovski'nin Stalker filmini sonuna kadar sabırla izleyip anlamaları mümkün
mü?"
Buna benzer
kafamdaki bir başka soru da "Acaba artık Dostoyevski'nin Suç ve Ceza'sını
baştan
sona tadına
vararak okuyabilecek insan var mı?" oldu.
Artık maalesef Tarkovski'nin filmini
izleyebilecek, Suç ve Ceza'yı okuyabilecek beyinler yok.
Tarkovski
gibi yavaşlıktan, sakinlikten, sabit uzun çekimlerden sanat çıkarmış insanın
filmi çağımız
insanın
sabrını zorlar, onların sürekli değişen sahnelere, dinamizme alışmış
beyinlerini isyan ettirir.
Keza artık hiçbir
insan uzun yazı okuyamıyor.
Marshall
McLuhan'ın 1960'lı yılların sonuna doğru ortaya attığı medya teorileri ve
gelecek tahminleri
bir bir
çıktı. Ben teorisi bu kadar sağlam ve geleceğe yönelik tahminleri bu kadar
isabetli başka
teorisyen
görmedim.
O 1967
yılında "Medium is the message" dedi. Yani "Araç mesajdır"
söylemini oluşturdu. "Medya
içeriğini
okuyucuya veya tüketiciye aktarmak için kullandığımız araç, içerikten çok daha
esas
mesajı
oluşturur" diyordu.
Burada kasıt,
kullandığımız araçların, örneğin gazetelerin, radyonun, televizyonun bizleri
farklı
biçimlerde
değiştirdiğini ve verilen mesajları anlama, algılama biçimimizi etkilediğini
söylüyordu
Marshal
McLuhan.
Bugün kullandığımız araçların düşünme biçimimizi,
beyinlerimizin çalışmasını ve hayat tarzımızı
değiştirdiği büyük bir devrim, bir altüst oluş yaşıyoruz.
Buna benzer diğer devrim, dünyada 1445
yılında Gutenberg'in bulduğu baskı cihazının kâğıda
kitlesel baskıyı yerleştirmesiyle olmuştu. O
dönemde de dünya büyük bir zihinsel devrim yaşamıştı..
Bugün bizler
farkında olsak da olmasak da hepimizin beyinlerinin çalışma biçimi değişiyor.
Dijital
devrimle birlikte "aracın mesaj olması" ilkesi tekrar devreye girdi
ve beyinlerimiz eski
alışkanlıklarını
terk edip yeni medyaya uyum sağlamaya başladı.
ARTIK
OKUMUYORLAR Kİ: Kitap okuma alışkanlıkları üzerine çok araştırma yapıldıktan
sonra aynı
araştırmacılar
bir de ekranda okuma alışkanlıklarını incelemişler. Ekranda okuma yapılırken
beyin
taramaları,
göz taramaları yapılmış.
Ve uluslararası bir
karşılaştırmalı araştırmaya göre, insanlar ekranda bir sayfa açtıklarında buna
en
fazla ortalama 19 ile 27 saniye
arasında bakıyorlarmış.
Almanlar ve
Kanadalılar her sayfaya en fazla 20 saniye, Amerikalılar ve İngilizler ortalama
21 saniye,
Hintliler ve
Avustralyalılar 24 saniye, Fransızlar ise 25 saniye ayırıyorlarmış. Üstelik bu
oranlar, açılan
ekranda
sadece yazılı metin olduğunda da değişmiyor. Hatta bazı durumlarda bu bakma
süresi
aşağıya da
düşüyor; çünkü sadece yazı olan ekranlarda insanların sabrı çabuk tükendiğinden
daha
hızlı olarak
başka sayfaya geçiyorlar.
Yapılan bir
diğer araştırmaya göre, ekrana konulan her ilave 100 kelimeye okuyucu sadece
4.4
saniyesini
veriyormuş.
En deneyimli,
en hızlı okuyucular bile 4.4 saniyede sadece 18 kelime okuyabildiklerinden,
tablet
ekranına
konulan her ilave kelimenin sadece yüzde 18'inin okunduğu ortaya çıkıyor.
(Jakob Nielsen,
"How
Users Read on the Web" Alertbox, October 1, 1997.)
"Peki bu insanlar nasıl
okuyorlar ki?" sorusuna Jakob Nielsen'in onca araştırmadan sonra verdiği
cevap "Okumuyorlar ki"
olmuş.
İÇERİK-MEDYA
ÇELİŞKİSİ: Biz okumayı, Dostoyevski'yi, Tarkovski'yi sevenler, bu yeni dünyanın
durumundan
memnun olmayabiliriz, ama elimizde tek bir dünya var ve gerçeğimiz de bu. Biz
medyacılar olarak eski
alışkanlıklarımızı, eski içerik sunuş biçimlerimizi sürdürürsek 21'inci
yüzyılda
silinir gideriz.
Araç mesajını
verdi ve bizlerin beyni artık değişti. Bizim işimiz, içeriğimizi aracın verdiği
mesaja
uyduracağız. Duygularıyla düşünen, hızlı ve sürekli değişim isteyen,
kısa anlatımlar, görsellik
arzulayan beyinlere hitap edecek en
uygun içeriği oluşturmak için kafa yoracağız.
Kâğıt baskı
gazetenin içeriğinin, tablet veya akılı telefon içeriğiyle aynı olamayacağı
gibi tartışmasız
bir mantıki
sonuç var elimizde. Bu gerçeğe uyum sağlamak için düşünce biçimimizi, yazı
stilimizi ve
içeriği sunuş
şeklimizi radikal biçimde değiştirmek zorundayız.
VBOOK: Neyse
ki yeni medya sisteminde içeriğin nasıl olması gerektiği konusunda yapılmış
bazı
çalışmalar
var. Onları inceleyerek kendimize gelecekte medya çalışma yöntemleri planı
çıkarabiliriz.
Romanlarda,
sanal sayfalara video filmlerinin eklendiği çalışmalar var. Buna Vbook
deniliyor. Siz
kitabın o
sayfasını okuduğunuzda, isterseniz orada anlatılanların filmini de videodan
seyredebiliyorsunuz.
Böylece okurken sıkılma ve ilginin dağılmasının önlenmesi amaçlanıyor.
KISA GÜZELDİR:
Medya dünyasında ve reklam sektöründe, her konunun, her mesajın kısa anlatılması
ilkesi hâkim artık. Mobil cihazlara içeriğin nasıl kısa yazılması ve hangi
tekniklerin kullanılması üzerine kitaplar yazılıyor. (Şu anda okumakta olduğum
kitap, "Online Journalism: Reporting Writting and Editing for New
Media", yazarı Richard Craig.)
Videolu anlatımda da yeni kısa
teknikler deneniyor. 5 saniyelik filmlerden oluşan siteler çıktı ortaya.
Bizler akılı
telefonlara, tabletlere çok daldık, ama bu arada auidio anlatımın gücünü ihmal
ediyoruz.
Amerika'da
National Public Radio (www.npr.com) podcast'larıyla harika gazetecilik yapıyor,
çok da
başarılı.
Radyolu veya podcast'lı anlatımlarda
da kısalık esas oldu. Bir dakika içinde her şeyin aktarılması
yöntemleri üzerine çalışılıyor.
(Mark Briggs, Journalism Next s.190.)
AKILLI
TELEFON ROMANLARI: Japonlar çağımızın ruhuna uygun ilginç deneyler yapıyorlar.
Ev
kadınları,
akıllı telefonlarından güzel cümleler yazıp birbirlerine göndermeye başladılar.
Bunlar bir
merkezde
toplandı ve temelde cep telefonu mesajları olan bu cümleler birleştirilerek
ortaya romanlar
çıkarıldı. Ve
bunlar Japonya'da çok tuttu, bunların adına da "mahano i rando"
deniliyor, yani akıllı
telefon
romanları.
Bir ara Japon
bestseller listesinde bunlar ön sıralarda yer alıyorlardı. Yani yeni hikâye
anlatım
biçimleri,
kısalık ve görselliğe vurgu yapan yeni tekniklerle yapılan bu tür deneyler
gelecekte
gazeteciliğin
nasıl yapılmaya başlanacağının ipucunu bize verecek. O gelecek de çok yakında
(belki
de bugün),
bunu da unutmayalım.
HİKAYE ANLATIMI
Slayttan
sunumlar artık dinleyicileri etkilemiyor. İnsanlar çeşitli kaynaklardan
bulabilecekleri bilgilerden çok değişik şeyler aktarabilen konuşmacılardan
etkileniyor. Hikaye
anlatıcılığı (story telling) da bu farkı sunuyor. Sunumun içine yerleştirilen
hikayeler, hem dinleyiciyi çekiyor hem de akılda daha kalıcı oluyor.
Sunum yapmak birçok kişinin korkusu.
Kalabalık önünde, herkes size bakarken bir şeyler anlatma fikri insanı tedirgin
ediyor.
Üstelik artık eskisi gibi powerpoint sunumlarla sayfalarca şey anlatmak da
dinleyicilere sıkıcı geliyor. Sunum yapacak kişilerin, anlatacak bir şeyleri
olanların daha farklı yöntemler bularak kendilerini dinletmeleri gerekiyor.
Hikaye anlatıcılığı da (story telling) bu aşamada devreye giriyor. Eskiden
olduğu gibi uzun metinleri slaytlara yedirerek yapılan sunumlar artık ilgi
çekmiyor.
Çünkü bu bilgilere internetten veya başka kaynaklardan ulaşmak çok kolay ve
dinleyiciye de bir şey katmıyor. Fark yaratmak, dinleyicinin ilgisini ayakta
tutmak ve akılda kalmak isteyenlerin izleyici karşısına daha değişik çıkması
gerekiyor. Bu da
slaytlardaki bilgiyle değil konuşmacının tarzıyla alakalı. Bunlar için belli
başlı bazı kurallar var, fıkra anlatmak, film izletmek, görsellikten yardım
almak gibi. Bu taktiklerin hepsinin amacının duyguya dokunmak olduğunu söyleyen
DİEM Akademi kurucusu ve eğitmeni Didem Alpaylı Erdoğan, “Eskiden ne
söylediğiniz değil nasıl söylediğiniz önemlidir derlerdi. Aslında
ne söylediğiniz, nasıl söylediğiniz değil insanların aklında ne kaldığı önemli. Bu da duyguya dokunmakla oluyor. Duyguya
dokunmanın ise iki yolu var. Metafor kullanmak ve hikaye anlatmak” diyor.
Yaratıcılık mantığın önüne geçmeli
Hikaye anlatıcılığı başta kulağa biraz
ürkütücü geliyor. Sahnede bir oyun sergilemek, rol yapmak gibi teatral bir şey
olarak düşünülüyor. Fakat burada amaç akılda kalmak. Asıl önemli olan şey, anlatılan hikayeyi bir
yere bağlayabilmek ve konuşmaya entegre etmek. Erdoğan, şöyle bir örnek veriyor:
“Konuşmadaki mesajım ne? Ekiplerime motivasyon vermek. Bunun için kolu sakat
adamın hikayesini anlatacağım, sonunda da diyeceğim ki azim başarıyı getirir.
Hikaye ve mesaj bağlanmazsa ‘aa ne güzel bir hikayeydi’ derler ve geçilir.”
Gündelik hayatta sık sık hikaye anlatıldığını ama konu sunuma gelince işlerin
karıştığını belirten Erdoğan, insanların özel, kişisel bir şeyler anlatma
kaygısı yaşadığını söylüyor. Bu tarz anlatımlarda yaratıcılık ve doğaçlama öne
çıkıyor.
Kes yapıştırla başlıyorlar
Hikaye anlatıcılığı eğitiminde de
öncelikle yaratıcılığı ortaya çıkarmaya çalışıyorlar. İki günlük eğitimin
başında katılımcılar kağıtlar ve yapıştırıcılarla bir kolaj yapıyor. Sonra
kendileriyle ilgili metafor kullanmalarını istediklerini söylüyor: “Mesela
kendilerini bir hayvanla özdeşleştirmelerini istiyoruz. Yaratıcı yanlarının ne ölçüde
olduğunu anlıyorum, kendilerini ne kadar serbest bırakabileceklerini
görüyorum.” Bunun dışında metafor kullanmalarını sağlayacak konular veriliyor
ve egzersizler yapılıyor. Mesela bir katılımcıya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
(AİHM) çıkmış. Katılımcı da şu şekilde tanımlamış: “Bir çıkmaz sokağa
girersiniz ya, o sokağın ucunda küçük bir tünel görürsünüz, AİHM o tünelden
kaçıp kurtulabileceğinize inandığınız şeydir.”
Kitap okumuyoruz
Sunumda karşılaşılabilecek her duruma da
hazır olmak gerekiyor. Mesela bir dinleyici cevabını bilmediğiniz bir şey
sorabilir. Böyle zamanlarda bazı konuşmacılar ne cevap versem diye sahnede
sıkılırken, bazıları ustalıkla kıvırabiliyor. Bunun için de doğaçlama
gerekiyor. “O an aklıma gelmiyor, düşünemiyorum diyorlar. Aslında bunların
hepsi linguistik aktivite dediğimiz şey yani beyin ve dilin koordinasyonu. Bu
bir kas, herkeste var. Bazıları rahat davranıp bunu devreye sokabiliyor ve biz
o kişilere hazırcevap diyoruz. Kimisi de 1-2 denemiş oluyor ya pot kırıyor ya
daha fena oluyor vazgeçiyor, kimisi de hiç devreye sokmuyor. Bunun için de
drama egzersizleri yapıyoruz.” Ben
doğaçlamada iyi cümle kuramıyorum, aklımdakileri güzel bir şekilde
aktaramıyorum diyenlerle sık karşılaştığını belirten Erdoğan, bunun nedenini az
kitap okunduğu için kelime haznesinin zayıf olmasına bağlıyor.
GÜVENTÜRK GÖRGÜLÜ / PAZARLAMA 3.0
Bağlantı sağlayacak bir hikaye yaratmak
01 Kasım 2013 Cuma 01:00
Geçtiğimiz hafta perşembe günü (23 Ekim) dijital
pazarlama ve etkileşim konusunda uzman isimler Digital Age Dergisi’nin
düzenlediği Digital Age Summit 2013’te biraraya geldi.Konferansın teması
“Engagement” yani müşterilerle bağlantı kurmaktı. İnternet
ortamında ve özellikle de sosyal medyada müşterilerle bağlantı kurmanın yol ve
yöntemlerinin tartışıldığı toplantıda, Schulich School’da Pazarlama
Profesörü olan ve “Netnografi” kavramını literatüre kazandıran “Dijital
antropolog” Robert Kozinets, “Engagement” kavramının “tüketiciler ve markalar
arasında anlamlı, interaktif ve bir şeylere yol açan bir aktivite” olarak
tanımlanması gerektiğini söyledi. Firmalar açısından müşteriyle “bağlantı”
yaratmanın sosyal, yaratıcı ve üretken çıktıları olması gerektiğinin altını
çizen Kozinets, tüketiciyle yaratılacak her bağlantının marka lehine
olmayabileceğini, markaya büyük zararlar da verileceğini hatırlattı.
Kozinets
yeni dijital tüketiciyle bağ kurmak isteyen markaların bu tüketicinin
özelliklerini iyi bilmesi gerektiğini söyledi. Yeni dijital tüketici,
öncelikle dijital ağlarla kolektif katılımda bulunuyor. Bu nedenle
markaların, tüketicilerle tek tek ilişki kurmaya çalışmak yerine bu ağları
keşfedip onlarla etkileşime geçmesi gerekiyor. Yeni tüketicinin bir diğer
özelliği ise hikayeleri sevmesi ve katılımını hikayeler aracılığıyla
gerçekleştirmesi. Bu nedenle markalar açısından tüketiciye dokunan hikayeler
yaratmak büyük önem taşıyor. Bunun yanında yeni dijital
tüketici tipi farkındalığa önem veriyor ve bu nedenle şeffaflık ve güven istiyor. Ve
tabii istediği bir başka şeyi, eğlence ve heyecanı da ihmal etmemek
gerekiyor.
Kozinets,
tıpkı arılarla fazla uğraştığınızda sizi nasıl sokarlarsa tüketicilerle de
fazla uğraşmanın pek fayda getirmeyeceği görüşünde. Arıların bal yapması
için nasıl uygun ortamı yaratmak önemliyse, insanların da size faydalı bir
şeyler yapması için uygun ortamı sağlamanız yeterli. Bir
dinleyicinin sorusunu yanıtlarken, bağlantıya yol açacak bir çıktı yaratmak
için, istenen çıktının her toplumun kültürel yapısı ve alışkanlıklarıyla da
uyumlu olması gerektiğinin altını çizen Kozinets, Amerika'da insanların yaygın
olarak video ürettiklerini, buna karşılık Türkiye'de belki şiir yazmayı tercih
edebilecekleri örneğini veriyor.
Sosyal
medya istatistikleri üzerinde çalışan Çek Cumhuriyeti merkezli Socialbakers'ın
CEO’su ve Kurucu Ortağı Jan Rezab ise, 2009'da bir Facebook kullanıcısının
takip ettiği ortalama sayfa sayısının 5 olduğunu, 2013'te ise bu sayının 50'ye
çıktığını belirterek içerikle pazarlama konusunun önemine vurgu
yaptı. İçerikle birlikte sosyal medya reklamlarının ve “sosyal müşteri
hizmetlerinin” önem kazandığını belirten Rezab, sosyal medya ortamında
müşterilere cevap vermenin artık vazgeçilemez olduğunu söyledi.
Sorulan
sorulara veya bildirilen şikayetlere en geç 24 saat içinde cevap verilmesi
gerektiğini anlatan Rezab, günümüzde bu süreyi on
dakikaya kadar indiren firmalar olduğunu belirterek bazı sektörlerde
bu uygulamaların hala çok zayıf olmasını anlayamadığını ifade ediyor. Rezab'ın
paylaştığı verilere göre sosyal müşteri hizmetlerini en iyi kullanan
sektörlerin başında finans geliyor, onu havayolları ve telekom takip
ediyor. En az kullanan sektörler ise, otomotiv, alkollü
içecekler ve elektronik firmaları olarak sıralanıyor.Türkiye'de ise finans
sektörü yine başı çekiyor, ancak havayolları yüzde 70'lik ortalamayla beşinci
sıraya düşüyor.
Pazarlamayı,
hikaye, trend ve motivasyonun bir fonksiyonu olarak gördüğünü söyleyen Coca
Cola'nın interaktif Pazarlama Müdürü Yüce Zerey ise sosyal ortamda doğru kişilere
ulaşmanın ve doğru hikayeyi anlatmanın önemine dikkat çekti.
Vikipedi
veya Facebook, Twitter gibi sosyal medya ortamlarında içeriğin toplam
kullanıcıların yüzde biri tarafından yaratıldığını, yüzde 9'luk kullanıcının bu
içeriğe bir şekilde katkı sunduğunu, geri kalan yüzde 90'ın da tamamen tüketici
olduğunu söyleyen Zerey, bağlantı yaratabilmek için her markanın kendi yüzde birini
bulması gerektiğini ifade ediyor. İyi bir hikayenin
unsurlarını da sıralayan Zerey, bir hikayenin önce bir problemi çözmesi
gerektiğini, bir kahramanı olması ve bir ortamda geçmesi gerektiğini
belirterek, hedeflediği insanlara uygun, sade, samimi, konuşan-konuşturan
(marka stratejisiyle entegre ve kendi kendine yayılabilen) ve elbette bir de
sonu olan hikayelerin iş yapacağını söylüyor.
Digital
Age konferansında son oturumları “Dijital Çağda İçerik Yönetiminin Kuralları”
kitabının yazarları Ann Handley ve C.C. Chapman gerçekleştirdi. Kitaptan
ve Handley'den geçen yılki konferans sırasında uzunca söz
etmiştim. İçerikle pazarlama konusunda yeri geldikçe yine bu ikiliden söz
etmeye devam edeceğiz.
İÇERİKLE PAZARLAMA
AKSİYONLARI
Aksiyon 1: yayıncı gibi davranın
Aksiyon 2: İçerik sunumunu tek formatla sınırlı tutmayın
Blog yazıları, makaleler, raporlar elbette önemli, ama
video, podcast (sesli yayın), infografik, webinar (web üzerinden canlı
seminerler) slayt gösterilerini ve benzerlerini de unutmamak gerekiyor. Ancak
video veya diğer formatlar kullanılsa bile, bu yöntemde temel bileşenin bloglar
olduğu da unutulmamalı. Çünkü diyor Michael Aagaard, “İnsanlar bloglara alışkın
ve Google da blogları seviyor”.
Aksiyon 3: içeriği izleyiciye iletirken konuyu değişik
açılardan, değişik derinliklerde ve değişik formatlarda sunmak gerekir
Aynı konu başlığı altında olsa bile, değişik insanların
ilgisi, konunun değişik yönlerine ve derinliklerine yoğunlaşacaktır. Kimi
konunun yalnızca genel bir özetiyle ilgilenirken, kimi de şu ya da bu yönde
derinleşmek isteyecektir. Tilton bu nedenle içeriği izleyiciye iletirken konuyu
değişik açılardan, değişik derinliklerde ve değişik formatlarda sunmak
gerektiğini söylüyor ve bunun için bir
dizi örnek sıralıyor:
- Aynı raporu parçalayarak
birkaç blog yazısı haline getirin.
- Rapordaki çeşitli sayıları tweet
atın.
- Raporun belirli bir kısmını
“en iyi örnekler” vb. ayrı ve kısa bir bölüm haline getirin
- Yayına paralel olarak konunun
özünü anlatan bir webinar, podcast veya sunum oluşturun.
- Sunumunuzu YouTube veya
SlideShare gibi online platformlarda paylaşın
- Rapordaki istatistikleri ayrı
bir infografikte özetleyin
Aksiyon 4: İçerik müşterileri satın alma yolunda
ilerletmelidir
İçeriğin geliştirilme amacının potansiyel müşterileri
alıştırmak ve ilerideki satın alma davranışı için hazırlamak olduğuna dikkat
çeken Tilton, içeriğin müşterileri satın alma yolunda ilerletmesi gerektiğini
düşünüyor:
“Bu nedenle ürettiğiniz içerik aynı zamanda tartışmaları
da alevlendirmelidir. Örneğin yayınladığınız bir rapor hakkında satış
temsilcileriniz Linkedin veya müşterilerinizin
bulunduğu
başka yerlerde konunun çeşitli yönlerini ele alan
tartışmalar başlatabilir…”
Aksiyon 5: içeriği
izleyiciye iletirken konuyu değişik açılardan, değişik derinliklerde ve değişik
formatlarda sunun
Stephanie Tilton ise işin sunumla ilgili bir başka yönüne
dikkat çekiyor. Aynı konu başlığı altında olsa bile, değişik insanların ilgisi,
konunun değişik yönlerine ve derinliklerine yoğunlaşacaktır. Kimi konunun
yalnızca genel bir özetiyle ilgilenirken, kimi de şu ya da bu yönde derinleşmek
isteyecektir. Tilton bu nedenle içeriği izleyiciye iletirken konuyu değişik
açılardan, değişik derinliklerde ve değişik formatlarda sunmak gerektiğini
söylüyor ve bunun için bir dizi örnek sıralıyor:
- Konuyla ilgilenen değişik konumdaki kişilerin soru
işaretlerini cevaplamak için aynı araştırma raporunun değişik varyasyonlarını
oluşturun.
- Aynı raporu parçalayarak birkaç blog yazısı haline
getirin.
- Rapordaki çeşitli sayıları tweet atın.
- Raporun belirli bir kısmını “en iyi örnekler” vb. ayrı
ve kısa bir bölüm haline getirin
- Yayına paralel olarak konunun özünü anlatan bir
webinar, podcast veya sunum oluşturun.
- Sunumunuzu YouTube veya SlideShare gibi online
platformlarda paylaşın
- Rapordaki istatistikleri ayrı bir infografikte
özetleyin
Aksiyon 6: İçerik için
doğru konu başlıkları bulun.
Stephanie Tilton’ın dikkat çektiği bir başka nokta ise
içeriğin esas olarak izleyicileri anlayarak ortaya konması gereği. İzleyici
kitlenin ve potansiyel müşterilerin sorunlarını ve endişelerini anlamak, konu
başlıklarını da kendiliğinden ortaya çıkartıyor. İzleyiciden gelen her soru
yeni bir başlık açıyor. Özellikle B2B pazarlamada satın alma döngüsünün her
aşaması, ayrı bir konu başlığı olarak karşımıza çıkabiliyor.
Michael Aagaard da şirketin bu başlıkları belirlemek için
pek çok kaynağa sahip olduğunu düşünüyor. Örneğin, satış ekibine “En fazla
karşılaştığınız beş soru nedir?” dendiğinde zaten üretmeniz gereken içeriğin
ilk başlıkları ortaya çıkıyor. Diğer yandan çalıştığınız sektörde veya pazarda
yaygın olarak sorulan bu tür soruları yanıtladığınızda, bu soruları web
üzerinde arayan kitleye de ulaşmış oluyorsunuz.
Aksiyon 7: :
“Yaptığınız işi, sorunu nasıl çözdüğünüzü anlatın ve asla bir şey satmaya
çalışmayın.”
Bunun yanında içerikle pazarlamada izleyici için bir
değer yaratmak son derece önemli.
Aagaard, yaptığınız işle ilgili sorunlardan ayrıntılı olarak söz etmek
yerine, yaptığınız işin tam olarak ne olduğunu anlatmanın faydasına dikkat
çekiyor: “Yaptığınız işi, sorunu nasıl çözdüğünüzü anlatın ve asla bir şey
satmaya çalışmayın.”
Aksiyon 8: İçeriği çalışanlarla birlikte oluşturun.
Tilton da içeriği çalışanlarla birlikte oluşturmanın
önemine dikkat çekiyor. Örneğin, satış ekibiyle oluşturduğunuz içerikle bir
hikaye anlatmanız gerekiyor ve aynı hikayenin satış temsilcileri, saha
mühendisleri ve müşteriyle yüz yüze gelen her kim varsa onlar tarafından da
benimsenmesi anlatılması gerektiğini söylüyor.
Aksiyon 9: İçeriği satın alma aşamalarıyla eşleştirin
İçerik formatları ve fikirlerinin ötesinde, satın alma
süreci, özellikle de B2B satın alma süreci karmaşık döngülerden oluşur.
İçerikle ilgili beklentiler genellikle bu döngüler içindeki belirli aşamaları
bulmaya yöneliktir. Stephanie Tilton içeriğin, “satın alma döngüsünün değişik
aşamalarında ortaya çıkan soru işaretlerine bir cevap vermesi” gerektiğini
söylüyor.
Araştırmalar da müşterilerin belirli aşamalar için
belirli içerikleri diğerlerine tercih ettiğini gösteriyor. Örneğin ilk aşamada,
konuyu anlatan öğretici makaleler, e-kitaplar, raporlar tercih ediliyor.
İlerleyen aşamalarda, anlatılan yaklaşımın gerçekten çalıştığına dair kanıtlar
aranıyor ki, bu aşamada vaka incelemeleri veya uzman raporları önem kazanıyor.
Son aşamada, yani satın almaya doğru giden süreçte ise bir çözümün diğerine göre
üstünlüklerini karşılaştırmak isteyen müşteriler, bunu sağlayacak araçlara
ihtiyaç duyuyor. Bir deneme veya yatırım geri dönüş hesapları gibi araçlar bu
aşamada tercih ediliyor. Tilton, müşterilerinizin başarı öykülerinden bahseden
yazıların, sunduğunuz yaklaşımla ilgili kanıt arayan potansiyel müşteriler için
çok daha değerli hale geldiğini söylüyor.
Aksiyon 10: İçerikle pazarlamanın trafik yaratma
stratejisinin bir parçası olduğunu unutmayın
İçerikle pazarlamanın merkezinde, markanızın çevresinde
bir liderlik algısı yaratmaya yönelik olarak potansiyel müşterilerinizi çekecek
kaliteli enformasyonun yer alması gerekir. Michael Aagaard, tıklama başı
reklamlar veya e-posta yoluyla satışın devam etmesi gerektiğini, ancak içeriğin
bunlardan farklı bir güç yarattığını anlatıyor.
Aksiyon 12: Bir yayıncı gibi düşünün ve bir içerik takvimi
oluşturun
Tilton, içerik oluşturmanın tek kerelik bir alıştırma
olmadığının altını çiziyor ve pazarlamacıların tıpkı bir yayıncı gibi
düşünmeleri gerektiğini vurguluyor. İçerik üretiminin iyi çalışan bir makine
gibi yapılması gerektiğinin altını çizen Tilton’a göre pazarlamacılar içerik
için de bir üretim programı hazırlamalı.
Aagaard da, içeriğin belirli konularda deneyime ve
birikime sahip olmalarına rağmen, şimdiye kadar bunu yazıya dökmemiş iç
kaynaklardan geleceğine işaret ederek bir program oluşturmanın önemini
vurgulayarak kısa bir eylem planı veriyor:
- 10 ayrı çalışana içerik oluşturma görevi verin.
- Her birinin uzmanlık alanı ve yapabilirlikleriyle
ilgili konular belirleyin.
- Her konu için birer başlık ortaya çıkartın.
- İçeriğin her parçasını üretecek çalışanlarla program ve
içerik konusunda mutabık kalın.
- Bir yazı işleri takvimi oluşturun ve teslim sürelerini
belirleyin.
- Yazma konusunda çok deneyimli olmasalar da ortaya çıkan
yazıları düzeltin.
- Sonuçta 10 ayrı konu üzerinde size birkaç ay yetecek
kadar içeriğe sahip olun.
Aksiyon 13: İçeriği ücretsiz düşünün
Eski zamanlarda birilerine bedava bir şeyler vermenin iyi
bir strateji olmadığı düşünülürdü. Ancak Aagaard’a gör e o günler çok gerilerde
kaldı. Bugün bir şeyleri bedava dağıtmak, pazarlama
bütçesini değişik bir şekilde kullanmak anlamına geliyor.
Aagaard, içerikle pazarlamanın da tıpkı internet reklamları, açıkhava mecrası
ve başka faaliyetlere benzediğini söylüyor:
“Birilerine bir şeyler satmaya çalıştığınız zaman direnç
gösterirler. Ama sunduğunuz içerik gerçekten birilerinin işine yaramışsa size
güvenirler.”
Kaynak: E7) İÇERİKLE PAZARLAMANIN 7 TAKTİĞİ
http://www.dunya.com/icerikle-pazarlamanin-7-taktigi-2-149708yy.htm Posted on 09/1 0/2012 Güventürk
Görgülü
Yeni üretim biçimi, içerik
arbitrajı ve yayın yönetmeni
02 Aralık 2013 Pazartesi, 09:27:32 Güncelleme: 13:32:48
GEÇİŞ dönemlerinde, yeni üretim biçimleri oluşurken alıştığımız
bazı kavramlar eskir, yok olmaya
doğru gider.
Feodalizmden kapitalizme geçiştede aynen bu oldu.
Yeni üretim biçimi kendisine uygun sınıflar tanımlarken
işbölümünü de radikal biçimde değiştirdi.
Bugün de bildiğimiz anlamda kapitalizmden çıkıyoruz. Ne
yazık ki sosyalizm gelmiyor,
yerine gelene ya yeni bir ad vereceksiniz ya da Ernest
Mandel'in kavramıyla "geç kapitalizm"
(spatkapitalismus) diyeceğiz.
İlk önce medyayı değiştirmeye
başlayan yeni teknolojiler, üretim süreçlerini de değiştiriyor. Eskiden
ekonomi bilimi (buna Karl Marx da dahil) ülke ekonomileri
temel alınarak oluşturulurdu. Artık üretim
globalleşti; işçi, patron ve sömürü
kavramları değişti. Şimdi bir genç İstanbul'daki odasından bile
çıkmadan bulut teknolojisini
kullanarak kendisine birkaç ülkeyi içeren bir mal üretimi zinciri kurabilir ve bunun
pazarlamasını ve dağıtımını da farklı ülkelerden yapabilir. Tabii bu tür
süreçler ekonomi
biliminin kavramlarının da yeniden yazılmasını getirecek.
Medya da bir üretim süreci. İçeriklerin oluşturulması ve
bunun tanıtımı ve pazarlaması işidir medya.
Üstelik bu da global düzeyde gerçekleşebiliyor artık.
Geçiş dönemlerinde bazı kavramlar eskir demiştim ya, şimdi
de bu oluyor. Sömürü, sınıf, Marksizm
artık eskimiş kavramlar. Medyada da yazar kavramı değişiyor,
en çok da medya yönetimi değişiyor.
Ben artık "yayın yönetmeni" kavramına nostaljik
duygularla yaklaşıyorum. Bu da üzüyor beni, çünkü
yayın yönetmeni benim kızmaktan hoşlandığım bir kavramdır.
Gazetecilik yaşamımı bir yayın
yönetmenini öldürmek düşüncesiyle geçirdim. Bu düşünceyle
hayatımı tükettim denilebilir, kendim
yayın yönetmeni olduğumda da intiharı düşünüyordum. Artık bu
duygular olmayacak. Bildiğimiz
anlamıyla yayın yönetmeni kavramı
ortadan kalkıyor artık.
Üretim süreçlerindeki değişim medya üretimini de değiştirdi.
Artık eskiden olduğu gibi yazı işleri çeşitli
merkezlerden akan haberleri toparlayıp yayın yönetmeninin son kararına
sunmayacak. Hangi
medyada olursak olalım içerikler böyle oluşmayacak.
Çünkü artık tek bir merkez yok. Çok
merkezli yaşamdayız artık. Elinde akıllı telefon olan herkes bir
gazeteci, blogu olan hatta sadece
twit atan herkes bir yazar. İçeriği oluşturan kaynaklar eskiden
olduğu gibi bilinen, alıştığımız
süreçlerden akmıyor üretim biçimi değişti; artık hedeflediğimiz içeriği
oluşturmak için elimizde çok farklı
ve zengin kaynaklar var.
Görev tanımı değişecek. Yayın yönetmenleri artık içerik
arbitrajcısı (content arbitrage) ya da içerik
aracısı (content broker) olarak çalışacaklar.
Profesyonel medya kadroları içerik üretecekler tabii ki, ama
Twirtter'dan, bloglardan, yerel
kaynaklardan (hiperlokal sitelerden) akıllı telefon
aracılığıyla sesini duyurmaya çalışan amatör
gazetecilerden de içerikler akacak. Fotoğraf, audio ve video
da gelecek. Sonunda içerik arbitrajcısı
hedeflenen kalitedeki içeriği hangi kaynaklardan en iyi, en
ucuza alabileceğini kararlaştıracak. Maliyet
çıkarılırken içeriğin satış fiyatı da belirlenecek. Aynı
anda reklamcılarla da içeriğe uygun reklam metni
yazmaları için anlaşmalar yapılacak. Sonuçta nihai içerik
arbitraj yoluyla ortaya çıktığında gelir akımı
ve masraflar, reklamı da belirlenmiş olacak.
Bu tür çalışacaklara aynı zamanda "content broker"
denmesinin anlamı da açık; çünkü çeşitli
kaynaklar arasında arbitrajı yapan yetkili aynı zamanda aracı
(broker) işlevi de görecek. Bu tür
süreçlere akışların parasallaştırılması deniliyor
(monetisation of streams): Üretim süreçleri değişirken
ekonomi bilimiyle birlikte iş yönetimi bilimi de değişecek
tabii ki... Birkaç yıl içinde ekonomi derecesi
veren tüm üniversitelerin ve
business management mastırı veren tüm yüksekokulların ders
programları, kitapları baştan
sona değişecek.
Dijital âlemde Ken Doctor adlı bir adam var. Hayır bu takma
ismi de değil. Yeni medya üretim
süreçlerinin ekonomisine çok kafa yoran, kitaplar yazan,
konferanslar veren bir kişi.
Onun "Newsonomics" adlı kitabını tüm patronlara,
yöneticilerine ve tabii ki artık okumaya karar
verdikleri takdirde tüm gazetecilere tavsiye ediyorum.
Bu yeni düzende içerik üretiminin ekonomisi üzerine düşünmek
için gelecek mayıs, büyük ihtimalle
New York'ta, "Stretch Your News Budget with User
Content" semineri düzenlenecek.
Bu arada New York Times, Chicago haberlerinde, orada bürosu
olmasına rağmen Chicago News
Cooperative adlı bir içerik üretim grubundan içerik satın
almaya başladı. Blogculuk Seattle'da çok
canlıdır. "Seattle P-I" adı altında bütün lokal
bloglar bir bünyede toplanıp konulara göre toparlamalar
yapılıyor ve bunu kullanıcılara pazarlamaya çalışıyor.
Bugünlerde birçok dijital yayında
fotoğrafların altında kaynak olarak "Creative Commons license"
kelimelerini görebilirsiniz. Bu,
hiçbir ajansa veya medya kuruluşuna bağlı olmadan çalışan bağımsız
fotoğrafçıların bir araya gelip
yayın haklarını koruma altına aldıkları bir yeni oluşum.
Olan bitenden haberdar olmak için "www.
newseconomics.com" sitesine de bakabilirsiniz.
Marksizm artık eskiyor olabilir ama Marksist yöntem hâlâ
daha geçerli. Üretim süreçlerindeki
değişimle birlikte toplumlarımız, hayat tarzlarımız, yaşama
ve üretme biçimlerimiz, yapabileceğimiz
işler de tamamen değişiyor. MGK kararlarını tartışır,
"Cemaat mi AKP mi?" diye kafa patlatırken
Türkiye bu büyük değişim sonunda küme düşebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder